Sağlık açısından yararlı birçok besin arasında yer alan hindistan cevizi doğal bir besindir. Hindistan cevizi Hint evlerinde uzun asırlar boyunca tedavi amaçlı kullanılmıştır. Hindistan cevizinin dış görünüşü ve tadı yetiştiği bölgelere göre farklılık göstermektedir. Dış kısmı olgunlaştıkça kahverengi olur. Hindistan cevizinin içerisinde bulunan su yani sütü sağlık açısından çok önemlidir. Hindistan cevizinin içerisinde bulunan su günlük C vitamini ihtiyacını karşılamaktadır. İçerisinde çok miktarda doymamış yağ vardır ve yüksek miktarda protein içermektedir. Hindistan cevizi ayrıca sodyum, potasyum, kalsiyum, demir, bakır, magnezyum, fosfor, selenyum ve çinko bulundurur.
Sağlık açısından birçok yararı olan hindistan cevizinin faydalarına ve zararlarına bir göz atalım.
Yüksek bir lif deposudur bu nedenle diyabetin gelişim riskini azaltmaktadır.
Midedeki fazla asit problemlerine iyi gelmektedir.
İçerdiği Beta Karoten sayesinde hem cildin güzelleşmesini sağlarken hem de gece görme bozukluklarına karşı bağışıklık oluşturur.
Karın bölgesinde oluşan fazla yağların eritilmesine yardımcı olmaktadır.
Kronik yorgunluğu ortadan kaldırır.
Hindistan cevizi enerji veren bir besindir ve tokluk hissinin oluşmasını sağlar.
Epilepsi hastalarına iyi gelmektedir. Özellikle çocuklarda epilepsi nöbetlerinin şiddetini azaltmayı sağlamaktadır.
Kalp hastalıkları riskini azaltır.
İçerdiği sağlıklı doymuş yağlar sayesinde vücutta iyi huylu kolesterolün yükselmesini engellemektedir.
Hindistan cevizi suyu ağızda bulunan bakterileri öldürür ve kötü nefes sorunlarına karşı iyi gelmektedir.
Kalsiyum ve magnezyum içeriği yüksek olduğundan hem kemikleri hem de dişlerimizi korur ve kemik gelişimine yardımcı olmaktadır.
Hindistan cevizi cilt ve saç sağlığına da oldukça faydalıdır. Özellikle kuru ciltlerde oluşan pul pul dökülmeye iyi gelmektedir. Son zamanlarda yapılan araştırmalara göre Hindistan cevizinin cilt kanserine yakalanma riskini düşürdüğü açıklanmıştır.
Hamile kadınlar içinde çok faydalıdır. Bebek ve annenin bağışıklık sistemini geliştirir.
Hindistan cevizi içerisinde yağ oranı yüksek olduğundan çok miktarda tüketimi kilo alımına neden olduğu ve kolesterolü yükselttiği düşünülmektedir.
Hindistan cevizi suyunun kan basıncını düşürdüğü düşünülmektedir. Kan basıncı seviyesi düşük olan kişilerin dikkatli olması gerekmektedir.
Kaynakça;
http://www.milliyet.com.tr/hindistan-cevizi-mucizesi—pembenar-yazardetay-saglik-2028301/ http://www.faydalarizararlari.com/hindistan-cevizinin-faydalari/
Günlük hayatta neredeyse artık kafeinsiz yapamaz olduk gerek sabah kalktığımızda gerek iş yerimizde ve ofisimizde kafeini eksik etmiyoruz. Kafeinin tanımını yapacak olursak:
Kafein; matein ve guaranin olarak da bilinir. Bolca tükettiğimiz kahvede, kakao da ve çayda kafein olmazsa olmazlardan. Yoğun bir acı tadı ile beraber, kolanın içerisinde tat vermek amaçlı da kullanılır.
Kafein, merkezi sinir sistemine etki eder ve beyine giden, beyinden gelen mesajları hızlandırır böylece daha zinde oluruz ve kahve içerek daha enerjik olabiliriz. Çok fazla tüketildiği takdirde uyku problemi de yaratmaktadır. İnsanlarda olan melatonin salgısını azaltır. Solunum sistemini uyarır ve kalp atışını hızlandırır.
Kafein doğada bulunan bir madde olup 63 bitkinin tohumunda ve yapraklarında bulunur. Biz daha çok çay ve kahveden vücudumuza alırız.
Kafeinin yaygın kullanım alanlarından biri de spordur. Spor performansını artırır, spordan önce veya sonra içilmesi tavsiye edilir.
Eğer sivilceye yatkın bir cildiniz varsa kafein sivilceleri artırmaktadır ve aşırıya kaçılmamalıdır.
Kolanın bağımlılık yaptığı söylenir ve 330 ml’lik kola içerisinde 33 mg kafein bulunmaktadır. Aynı büyüklükte 1 fincan kahvede ise 112 mg civarındadır. Yani koladaki kafein, çay ve kahvedeki kafein oranının 3’te 1 ine sahiptir.
Kantaron bitkisi neredeyse her yörede her bölgede bulunabilen bir bitkidir ve “sarı kantaron” olarak ta bilinmektedir. Yeşilin bol olduğu tepeler ve yaylalarda rahatlıkla bulunabilen bir bitki türüdür. İlk baharın gelmesiyle filizlenir sonbaharda ise dökülmeye başlarlar. Kantaron bitkisinin çiçeklerinden ve köklerinden yararlanılmaktadır. İnsan sağlığı için oldukça önemli faydaları bulunmaktadır.
Sokaktan alınan ekmeğin yani (beyaz ekmeğin) zararları oldukça fazladır hatta uzmanlar sigara ve beyaz ekmeği neredeyse aynı kefeye koymaktadırlar. Beyaz ekmeğin hem vücuda hem de karaciğere olan zararlarını bir önceki yazımızda paylaşmıştık. Sokaktan alınan ekmeğin, unun ve tatlının çoğunun içerisinde e-920 dediğimiz madde bulunmaktadır bunun için evde ekmek yapımında kullanacağınız unu güvendiğiniz yerden almanızı tavsiye ederiz. (E-920 nedir için tıklayınız).
Neredeyse her gün tükettiğimiz fırından aldığımız beyaz ekmeğin aslında hiçbir faydasının olmadığı aksine daha çok zararının dokunduğunu ve kilo vermede her şeyi yapmanıza rağmen sizi zayıflatmayan tek şeydir. Beyaz ekmek çok güzel görünebilir hatta bal ve kaymak ikilisi en güzel beyaz ekmekle birlikte mideye gider. Şu an bunun zararını çok fazla düşünmeseniz de ileride sizi çok etkileyecektir. Beyaz ekmek tüketmenin zararları nedir gelin maddeler halinde konuşalım.
Kilo vermek isteyenler, kalp ve tansiyon hastaları, şekeri yüksek olanlar unlu ve doğallığını kaybetmiş yiyeceklerden uzak durmalıdırlar. “Ekmek yemezsen doymazsın” gibi bir tabir beyaz ekmek için söylenmiş olmamalı. Aslında her gün evinize zehir getirdiğinizin farkında değilsiniz.
Kaynakça:
www.haber7.com
www.hthayat.com
Hurma dünyada en çok tüketilen besinlerin başında gelmektedir.İlk hurma ağacı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Hurma ile ilk bulgular Suriye ve Mısır’da M.Ö 7000-8000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Uzun asıldan beri hurmanın Basra körfezinde yaygın olarak bilinmesinden dolayı genel olarak bu bölgenin meyvesi olarak anılmaktadır.
Nereden yayılmış olursa olsun insanlık tarihi kadar eski bir tarihe sahip olan hurma ağacı ‘’hayat ağacı’’olarak da isimlendirilmiştir.
Hurma en çok çeşidi bulunan meyvelerdendir. Hurmanın 99 farklı çeşidi olduğu söylenmektedir. Medine Amber, Medine Amber Ula, Medine Şelebi, Medine Berni öne çıkan hurmalardandır.
Göz sağlığından kanser tedavilerinde kullanımına kadar birçok farklı yararları bulunmaktadır. Vitamin ve mineral bakımından da oldukça zengin bir meyvedir.
Diğer besinlerde olduğu gibi hurmanın da gereğinden fazla tüketilmesi zararlı olabilmektedir.
Kaynakça
http://iyigelenyiyecekler.com/hurmanin-faydalari-ve-besin-degeri/http://www.faydalarizararlari.com/hurmanin-faydalari/
Bu yazımızda bireylerin gündelik yaşantısını oldukça fazla etileyen migrenin ne olduğuna, nasıl meydana gelip ne gibi besinlerin iyi geldiği hakkında bilgi vereceğiz.
Migren, otonom sinir sisteminde disfonksiyon sonucunda meydana gelen bir hastalık türüdür. Migren, tarih öncesi çağlardan beri bilinmekte olup sürekli olarak ve nöbetler halinde kendini baş ağrısı ile gösteren bir hastalıktır.
Meydana gelen baş ağrılarından migreni ayırmak önemlidir. Migrende baş ağrısı tipik olarak nöbetler halinde meydana gelmektedir. 4 ile 72 saat arasında sürebilir ve kendiliğinden geçmektedir.
Migren sadece bir beyin hastalığı değil tamamen bedenen kaynaklanan bir hastalıktır. Migren ataklarında bulantı oluşumu, kusma, baş dönmeleri, ışık ve sese karşı hassasiyet, ruh halinde meydana gelen değişiklik, çeşitli nörolojik değişiklikler yani görme kaybı meydana gelmesi, belirli bölgelerde uyuşukluk, kısmi felç, konuşmada bozulma gibi belirtilerle baş ağrısına eşlik edebilmektedir.
Migren kadınlarda erkeklerden daha çok görülmektedir. Bunun nedeni ise hormonal düzensizlik ve kadınların erkeklere oranla daha duygusal olmasıdır. Migren hastaların çoğunda 40 yaşından önce meydana gelir. 50 yaşın üstünde olan kişide migren başlama ihtimali daha azdır. Kadınlarda çoğunlukla orta yaşlarda meydana gelmektedir.
Migrenin beyin kimyasallarında ki değişimlerden dolayı kaynaklandığı düşünülür. Migren atağı sırasında özellikle serotonin adlı kimyasalın seviyelerinde düşme gözlemlenir.
Serotonin düzeyinin azalması beynin bir bölümündeki damarlarda kasılmaya ve daralmaya neden olabilir. Hemen sonrasında damarlar genişler ve bu durumun baş ağrısına neden olduğu düşünülür. Serotonin seviyesindeki düşüşün nedeni ise tam olarak açıklanabilmiş değildir.
Bazı bilim adamlarına göre ise hormon seviyelerindeki değişimlerle migren arasında sıkı bir bağ olduğu düşünülmektedir.
Migreni tetikleyen bu faktörler zaman içerisinde farklılık gösterebilir. Zamanla bir tetikleyici etkisini yitirebilirken başka bir tetikleyici oluşabilmektedir.
Nane: Anti inflamatuar özellikleri sinirlerin yatışmasına yardımcı olmaktadır. Bununla alakalı yapılan bir çok bilimsel araştırma sonucu nanenin migrene iyi geldiğini ortaya konulmuştur.
Balla tatlandırılmış nane çayı içmek migren ağrısını geçiştirebilir.
Papatya: Anti inflamatura ve antiseptik özellikleri olan papatya migren ağrılarını hafifletmeye yardımcı olmaktadır. Düzenli papatya çayı içmek migreni büyük oranda azaltmaya yardımcı olabilmektedir.
2-3 çay kaşığıpapatyayı bir bardak suya koyarak bir dakika boyunca kaynatarak ve günde 2-3 kere içebilirsiniz. Migrenden kaynaklanan ağrıların giderilmesine büyük ölçüde yardımcı olabilir.
Zencefil: Bu konuyla alakalı yayınlanan bazı makaleler zencefilin migren ağrılarına iyi geldiğini ortaya koymaktadır.
Migren ağrıları dışında kas kasılmasını giderir ve kan damarlarında meydana gelebilecek inflamasyonu engelleyebilmektedir.
Kaynakça;
http://www.migren.gen.tr/
Keçi boynuzu (harnup) olarak da bilinen, ak deniz ikliminin hüküm sürdüğü yerlerde doğal olarak yetişir ve baklagiller familyasındandırlar. Keçi boynuzu çekirdeği elmas ölçek amacıyla da yüzyıllardır kullanılmaktadır. Yani ‘karat’ anlamına da gelmektedir. Uzun ömürlü ve boyu 10 metre kadar olan maki türü bir ağaçtır. Maki türü genelde ak deniz bölgesinde yetişmektedir.
Kaynaklar:
http://www.keciboynuzu.net/keci-boynuzunun-faydalari-ve-zararlari.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ke%C3%A7iboynuzu
Bir bardak kefir (200 ml) yaklaşık olarak 105 kalori içermektedir. Bir bardak kefirde yaklaşık 6.4 gram yağ, 26 gram kolesterol, 6.4 gram karbonhidrat içermektedir. Kefir aynı zamanda protein bakımından oldukça zengindir.1 bardağında 6-11 gram protein bulundurur.
Aynı miktarda kefirde 100 gram sodyum, 300 gram potasyum, 240 gram kalsiyum bulundurur ve günlük A vitamini ihtiyacının yaklaşık %10unu, kalsiyum ihtiyacının yaklaşık %30unu, C vitamini ihtiyacının yaklaşık olarak %4ünü karşılamaktadır. Bu nedenle kefiri hayatınızda düzenli olarak tüketmek sağlınız açısından oldukça önemlidir.
Kefiri hazır olarak tüketmektense evde yaptığımız kefiri tüketmek sizin için daha sağlıklı olacaktır. Son yıllarda adını sıkça duymaya başladığımız kefirin mayasına ulaşmak artık çok zor değildir. Doğal ürünler satan bir yerden, kefir yapan bir komşunuzdan veya arkadaşınızdan temin edebilirsiniz. Kefir mayası karnabahar sebzesine benzer ve süt rengindedir.
Kefiri yapmaya 1 litre sütü kaynatarak başlayabilirsiniz. Ancak bu süt günlük süt veya açık süt olmalıdır. Temin edebilirseniz keçi sütü de kullanabilirsiniz. Kefir yaparken açık süt kullanırsanız en az 15 dakika kaynatmaya özen göstermeniz gerekmektedir.
Kaynayan sütü ocaktan alıp cam bir kaba koyunuz ve süt oda sıcaklığına geldikten sonra içine 1 yemek kaşığı kadar kefir mayası ilave ediniz. Cam kabın üzerini kapatacak şekilde pamuklu bir bezle örtün ve karanlık ortamda 24 saat sütün pıhtılaşmasını bekleyin. 24 saat geçtikten sonra üzerindeki mayayı plastik bir süzgeçle süzdükten sonra kefiriniz hazır hale gelecektir.
Plastik süzgeçle süzdüğünüz mayayı yani kefir tanelerini içme suyuyla yıkadıktan sonra saklamak için içme suyuyla beraber cam bir kavanozun içinde buzdolabına koyun. Kefir tanelerini uzun süre saklamak isterseniz 2-3 günde bir içme suyuyla yıkamanız gerekmektedir yoksa taneler salyalaşır ve bozulmaya başlayabilir.
Eğer kefir tanelerini metal ile temas ettirmeyip 2-3 günde bir içme suyuyla yıkarsanız uzun yıllar boyunca dayanabilmektedir.
Kaynakça;
http://www.yemekmutfak.com/beslenme-diyet/1/70/kefir-nedir-nasil-mayalanir-ve-faydalari-nelerdir
Kökeni Kafkas Dağlarında yaşayan topluluklara dayanan ve günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde tüketilen kefir kısaca fermente süttür. Fermantasyon edildiği için hafif ekşi bir tadı vardır.
Göçebe Türklerin at, keçi ve koyun sütlerini mayalayarak elde ettikleri bir içecektir.1907 yılında Rus bilim adamı Elie Metchnikoff, Kafkasların uzun yaşam sırlarını araştırırken kefiri keşfetmiştir.Kefir üzerinde yaptığı araştırmalarda Lactobacillus adlı bakteriyi tanımlamıştır.
Lactobacillus adlı bakterinin en önemli özelliği karbonhidratları parçalayarak laktik asit yapmasıdır.
Bazı kaynaklarda “kefir” adının Türkçe “keyif”ten türetildiği belirtilmektedir.
Kefiri yoğurttan ayıran birkaç farklılıklar vardır. Yoğurt tek başına bakteri ile fermente edilirken kefir hem bakteri hem de maya ile fermente edilmektedir. Kefirde bulunan bakteriler çok daha faydalıdır.
Kefirde yoğurt gibi sindirim sistemine katkıda bulunurlar ancak kefirde bulunan bakteriler aynı zamanda bağırsakta kolonize olurlar.
Süt ve kefirin bir diğer ortak özelliği ise kötü bakterileri öldürmemize yardımcı olan probiyotikleri içermesidir.Ancak kefir iyi bakterilerin çoğalmasını sağlayan bir ortam oluşturur ve kısa sürede bağırsak hareketini sağlar.
Kefirin yoğurda göre daha ince tanecikli olması sindirimi kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle sindirim bozuklukları yaşayan bireylerde yoğurda göre daha çok tüketimi görülür. Laktozu tolere edemeyen bireyler bile gönül rahatlığıyla kefiri tüketebilirler.
Kefirin saymakla bitiremediğiniz bir çok faydası bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını inceleyelim.
Vücudun temel fonksiyonlarında ve çeşitli faaliyetlerinde kullanılan mineraller ve esansiyel aminoasitler bakımından zengindir.
Vücudumuzda en çok bulunan ikinci mineral olan fosfor hücre gelişimini ve enerji ihtiyacını karşılamak için karbonhidratların, yağların ve proteinlerin kullanımında büyük kolaylık sağlamaktadır.
Antibiyotik etkisiyle iltihaplı hastalıkların tedavisine yardımcı olur.
Vücuttan fazla ödemin ve tuzun atılmasına yardımcı olur.
Bağırsakları temizler, bakteri ve mikropları öldürür.
Kolesterolü düşürür.
Karaciğere rahatsızlıkları için faydalıdır.
Kanserin oluşmasını ve ilerlemesini önler.
Vücuttaki şişkinliği önler.
Midede oluşan krampları hafifletir.
Büyümeye desteklik sağlar.
Vücudun sıvı dengesini düzenler.
Hücre yenilenmesini sağlar.
Sindirime iyi geldiği için kabızlığı önler.
Saçları canlandırır ve ciltteki aknelere iyi gelir.
Vücuttaki B3, B6 ve folik asit üretimini destekler.
Metabolizmayı çalıştırır ve kilo vermenize yardımcı olur.
Ülser ve gastrit tedavisinde etkilidir.
Kaynaklar
http://www.bilgiustam.com/kefirin-faydalari/https://kefirtanesi.com/yogurt-kefirin-farki-nedir/
http://www.mikrobiyoloji.org/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA79D6F5E6C1B43FF2AE88F745E500DEF http://iyigelenyiyecekler.com/kefirin-faydalari/
Son zamanlarda gündemde oldukça sık duyduğumuz palmiye yağını çoğu yiyeceklerde ve atıştırmalıklar da görmekteyiz. Palmiye yağı nedir, hangi besinlerin içerisinde bulunur ve zararları nelerdir biliyor muyuz ?
Avrupa gıda güvenliği otoritesinin yayınladığı rapora göre, Batı Afrika olmakla birlikte Amerika ve Kuzey Doğu Asya’nın tropikal alanlarında da yaygın olarak üretilmektedir. Palm yağının en önemli özelliği uzun raf ömrüne sahip olmasıdır. Oda sıcaklığında yarı katı halde bulunan bu yağ yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılır ve bileşenleri özel ürün uygulamalarında kullanılmak üzere izole edilir bu özellik ile palm yağı margarin ve katı yağlar için uygun bir ana bileşen haline gelir.
Ülkemizde pek çok gıdanın içerisinde kullanılan palmiye yağı kanserojen olduğu ortaya çıktı. Palmiye yağı doymuş yağ olduğundan ki bilindiği üzere doymuş yağlar vücuda zarar vermektedir. içerdiği omega6 nın fazlası vücutta kanser hücresi üretmektedir. Bu ürünleri çok sık tüketmek ileride ciddi kalp rahatsızlıklarına ve kansere yol açmaktadır. Gelin hangi en çok kullandığımız ürünlerin içerisinde var göz atalım:
Daha birçok ürünün içerisinde bu yağdan mevcuttur. Palmiye yağının kırmızı rengini ve kokusunu yok etmek için yüksek sıcaklık uygulamasına maruz bırakılması, bazı atık maddelerin oluşumuna neden oluyor. Palmiye yağı ile ilgili kanserojen tartışmaları da atıkların tümöre sebep olabileceği nedeniyle yapılıyor.
Kaynak: www.sozcu.com ve Canan Karatay
Chia tohumunun faydalarını önceki yazımızda sizlerle paylaşmıştık. Bu haftanın önerisinde protein ve lif oranı yüksek sağlıklı bir besin kaynağı olan chia tohumu ile evde neler yapabileceğiniz hakkında sizlere bilgi vermek istiyoruz.
Tatlı krizleriniz de hem bu krizlerinizi giderecek hem de bunun yanında sağlıklı bir alternatif olsun istiyorsanız chia tohumunu puding ve tatlılarda gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Chia pudingi yapmanız ise oldukça kolay. 1 bardak süte (250 ml) 4 tatlı kaşığı ciha tohumunu ve 1 çorba kaşığı balı ekleyip karıştırdıktan sonra tohumlar şişinceye kadar buzdolabında bekletin. Tohumlar şiştikten sonra üstünü dilediğiniz meyvelerle süsleyip yiyebilirsiniz. Ancak tatlı krizlerinizde canınız çikolatalı bir şeyler istediğinde içerisine kakao koyarak da tüketebilirsiniz.
Chia tohumunu çiğ gıdalara da ekleyebilirsiniz. Yulaf, yoğurt gibi besinlerle karıştırarak kahvaltıda tüketebilirsiniz. Kahvaltıda yapacağın
ız omletinize chia tohumunu ekleyerek yüksek protein kaynağı olan omletinizi daha da sağlıklı hale getirebilirsiniz. Öğle veya akşam yemeklerinde yemeklerinizin yanında tüketeceğiniz salatalara ekleyebilirsiniz. Bunun dışında evde yapılan makarnalara, patates salatalarına veya kahvaltıda tükettiğiniz reçellere chia tohumunu serperek yemeklerinizi daha sağlıklı hale getirebilirsiniz.
Bu besinlere ek olarak eğer ekmeklerinizi evde yapmayı tercih ediyorsanız chia tohumunu toz haline getirerek ekmekleriniz de kullanabilirsiniz. Çorbalarınıza veya soslarınıza da chia tohumunu ekleyerek bu besinin faydalarından yararlanabilirsiniz.
Bilgi dükkanı haftanın önerisi kısmımızda bu hafta : Sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olmak için beslenmenizde bazı besinlere yer vermeniz gerekmektedir. Probiyotiklerin gelişmesini, çoğalmasını ve bağırsaktaki yararlı bakterilerin artmasını sağlayan prebiyotik besinleri mutlaka tüketmeye çalışmalısınız. Prebiyotikler; bağırsak florasının aktivitesini olumlu yönde etkileyerek bağırsak hareketlerini düzenlemekte, kalsiyum, magnezyum emilimini arttırmakta ve kötü bakterilerin çoğalmasını önlemektedir. Yani probiyotikler ve prebiyotikler bir arada çalışırlar. İyi bakteriler bitkisel kaynaklı gıdalarda bulunan lifleri fermente ederek yaşarlar. Bu lifler en çok sebze ve meyvelerde bulunur bu yüzden sebze ve meyve yemenin bir sebebi de bağırsaklarımızdır.
Prebiyotik besinler kuru baklagil sarımsak, soğan, arpa, çavdar, yulaf, pırasa, muz olarak sıralanabilir. Probiyotik bakterileri direk alabileceğimiz besinler ise kefir, peynir ve yoğurttur.
Son zamanların en çok merak edilen ve konuşulan besinlerinden olan chia tohumunu daha yakından inceleyelim.
Chia tohumu, salvia hispanica adı verilen nanegiller ailesinde yer alan bir bitkinin tohumudur. Chia tohumu ilk kez olarak MÖ. 3500 yıllarında Aztekler tarafından kullanılmaya başlanmıştır ve Aztek uygarlığında savaşan savaşçıların besin kaynağı olmuştur.
Chia tohumu Güney Amerika kökenlidir ve Bolivya, Arjantin, Meksika’da yetişmektedir. Güney Amerika’daki yerliler yüzlerce yıl bu tohumu hem ham haliyle hem de suyla veya diğer besinlerle karıştırarak tüketmişlerdir. Diğer tohumlar gibi uzun süre bozulmadan durabilmektedirler. Yüksek bir enerji kaynağı olduğu için yıllarca savaşlarda ve uzun yolculuklarda kullanılmıştır.
Peki chia tohumunun gündemde bu kadar konuşulmasının ve bu kadar tercih edilmesinin nedenlerinden bazılarını inceleyelim. Chia tohumunda bulunan lifler, sağlıklı omega 3 yağları ve yüksek protein miktarı sebebiyle son zamanlarda tüm dünyada tüketimi giderek yaygınlaşmaktadır.
Yüzdelik olarak bir chia tohumunda %20 oranında protein, %34 oranında yağ ve %25 oranında lif içermektedir.Ancak %34lük yağın çoğunu omega 3 yağları oluşturmaktadır. Omega 3 yağları beyin sağlığı için oldukça önemlidir.
28 gram chia tohumunda 11 gram lif bulunmaktadır ve bu günlük lif ihtiyacınızın üçte birini karşılamaktadır.Yani chia tohumunu tüketmeye başladığınızda vücudunuza yeteri kadar lif aldığınızdan emin olabilirsiniz.
28 gram chia tohumunda 5 gram omega 3, 4.4 gram protein vardır ve bu protein miktarı günlük ihtiyacın yaklaşık olarak %10unu karşılamaktadır.
Aynı zamanda chia tohumunda kolesterol bulunmamaktadır ve içerisinde gluten bulunmadığı için öncelikli olarak çölyak hastalarının daha sonrada bu hastalığı bulunmayan insanlar için sağlıklı bir seçenek olmaktadır. Bunun yanında içerisinde bulunana triptofan adlı aminoasit sayesinde hem kolay doymanızı hemde daha rahat uyumanızı sağlar.
Chia tohumunun tok tutması, acıkmayı önlemesi ve içerisinde bulunan yüksek protein sayesinde günlük protein ihtiyacının oldukça büyük bir kısmını karşılaması nedeniyle zayıflamak isteyenler için oldukça iyi bir seçenektir.
Chia tohumu aynı zamanda kan şekerini düzenler. Şeker hastalarının ve tip 2 diyabet hastalarının ihtiyaç duydukları şekeri doğal olarak almalarını sağlar. Ayrıca yağsız kas kütlesi oluşturmak isteyenler için hem enerji kaynağı hem de spor sonrası kasların beslenmesini sağlamaktadır. Yapılan araştırmalarda koşu ve dayanıklılık sporları yapacak olan iki grubun birine chia tohumundan yapılan bir enerji jeli diğer gruba ise standart bir enerji içeceği verildiğinde performanslarının arasında bir fark olmadığı görülmüştür.İçerdiği antioksidanlar sayesinde kanser hücrelerinin oluşmasını önler ve oluşmuş kanser hücrelerinin yayılmasını ve büyümesini önler. Faydalarını saymakla bitiremediğimiz chia tohumunun kullanımı ise çok kolaydır. Tohumun tadı olmadığı için direk olarak salatalarınıza, yemeklerinize ve smoothielerinize ekleyebilirsiniz.
Özellikle normal doğumdan korkan bayanların kurtuluş yolu olarak düşünülen sezaryen doğum hem bebeğe hem de anneye büyük oranda zarar vermektedir. Eğer bebeğinizin sağlıklı bir şeklide dünyaya gelmesi ve ileri ki hayatında da sağlıklı bir yaşam sürmesi için bebeğinizi normal doğumla dünyaya getirmeniz gerekmektedir. Ancak son yıllarda sezaryen doğum tüm dünyada en çok tercih edilen doğum yöntemi olmuştur. 1998 yılında her 100 bebekten sadece 15i sezaryen doğum ile dünyaya gelirken bu oran bugün çok fazla bir artış göstermiştir. Bugün her iki bebekten biri sezaryen doğum ile dünyaya gelmektedir. Bu oranın bu denli artışı Türkiye’nin sezaryen doğumda dünyada üçüncü sırayı almasına neden oluyor.
Bazı aileler bebeğin doğumunu istedikleri tarihe denk getirebilmek için normal doğumu tercih etmezler. Anneleri normal doğumdan uzaklaştıracak bir başka neden ise normal doğumdan sonra oluşacak genital dokularda gevşeme ve rahim sarkması olaylarıdır.
Sezaryen doğumdan sonra annede yaşanan ağrı ve sancılar normal doğuma göre oldukça fazladır. Sezaryen doğumla bebeğini dünyaya getiren bir anne sonraki hamileliğinde bebeğini normal doğumla dünyaya getirmek istese de bu şansını büyük bir ölçüde yitirmektedir. Sezaryen doğumda çok nadiren de olsa enfeksiyona yakalanma, bağırsakta yaralanma ve kanama görülebilmektedir.
Sezaryen doğumda anneyi bu denli tehlikeler beklerken dünyaya gelecek olan bebeği de oldukça önemli tehlikeler beklemektedir. Sezaryen doğumun bebek üzerinde etkilerinden bahsetmek gerekirse ilk olarak bebek ile anne etkileşimini geciktirmesi bebek için olumsuz etki yaratmaktadır.
Bebekler için anne sütünün önemi kadar normal doğumunda oldukça fazla önemi vardır. Çünkü bebeğin bağırsak florasının şekillenmesi için ilk önce normal doğum sırasında bebeğin annenin vajina kanalından geçerken bakterileri alması çok önemlidir.
Bir annenin hamilelik döneminde doğum zamanının yaklaşmasıyla beraber vücut doğuma hazırlanmaya başlıyor ve doğum kanalında LACTOBASİLLER çoğalmaya başlıyor. Lactobasil adını alan bu probiyotik bakteriler bağışıklığı destekleyerek vücudu enfeksiyonlara karşı koruyor.
Bebek anne karnında iken vücudunda hiçbir probiyotik bakteri bulunmamaktadır. Doğum başladıktan sonra bebeğin doğum kanalına girmesiyle bebeğin vücudu probiyotik bakteri ile sarılıyor ve bebek ilk probiyotiklerini bu sayede alıyor. Yani normal doğumla dünyaya gelen bir bebek dış dünyadaki enfeksiyonlara karşı savunma içerisinde oluyor.
Ne yazık ki sezaryenle doğan bebekler bu probiyotik savunmadan mahrum kalıyorlar ve bunun sonucunda bu çocuklarda alerji, otizim, dikkat eksikliği meydana geliyor. Hatta sezaryen doğum ile meydana gelen bebeklerin meme emme başarıları normal doğuma göre oldukça düşük olabilmektedir. Yapılan bazı araştırmalarda ise sezaryen doğumla dünyaya gelen bebeklerin astım hastalığına yakalanma oranının normal doğumla dünyaya gelen bebeklere oranla daha fazla olduğu açıklanmıştır. Bu belirttiğimiz nedenlerin ve daha fazlasının meydana gelmemesi için gerekli durumlar dışında doğacak bebeğinize verebileceğiniz en güzel hediye onun normal doğumla doğmasını sağlamaktadır.
Kaynaklar
http://www.mailce.com/sezaryen-dogumun-riskleri-ve-zararlari-nelerdir.html
Mutluluk Kürleri – Dr .Ümit Aktaş
Bulaşık makinenizde her zaman tarihi geçmemiş eskimemiş tabletler kullanmalısınız. Bunun sebebi ise bulaşık makinasında tabletin erimemesi ve bulaşıklarda deterjan artıklarının kalmaması ayrıca çiziklerin de oluşmaması için öneriyoruz. Bulaşık makinenizde parlatıcı kullanmayı eksik etmeyiniz çünkü parlatıcı bardaklarınız ve tabaklarınızdaki parlaklığı ayrıca da bulaşık makinesinin kurutma işlerini doğru yapmasını sağlamaktadır. Bunu 4. Derece kullanabilirsiniz. Yıkama işlemine başlamadan önce de tekrar bulaşıklarınızı doğru yere koyduğunuzdan emin olun.
Kurutma makinenizin yoğuşturucu bölümünü 30 günde 1 yıkayarak temizleyiniz. Her kurutmadan sonra su tankını boşaltınız. Kurutma makinesinin tamburunda bulunan pamuk toplayıcıyı da 2 kurutmada 1 temizleyerek ilk günkü gibi performansta kullanabilirsiniz.
Ütülerinize kesinlikle içme suyu koymamalısınız. İçme suyu içerisindeki şeker ütünün tabanına yapışmaktadır. Ütünüz ısındıktan sonra daima musluk suyu koyunuz ve ütüleme işlemini bitirdikten sonra suyunu dökünüz. Ayda 1 defa ütünüzün buhar deliklerini temizlemek için lavaboya paralel tutarak devamlı buhar vermelisiniz. Bu şekilde ütünüzü uzun süre sağlıklı sorunsuz kullanabilirsiniz.
Torbalı süpürge: süpürgeniz torbalı ise torbanızı zamanında değiştirmelisiniz. Süpürgenin iç ve dış tarafta bulunan sünger filtrelerini ayda 1 defa olacak şekilde yıkayıp kurutunuz. Bu şekilde çekiş gücünü ve performansını arttırabilirsiniz
Sulu Süpürge: süpürgeniz sulu ise her süpürmeden sonra haznesini yıkamalısınız aksi takdirde koku yapacaktır. Ayrıca filtrelerini de her yıkamadan sonra yıkamanız tavsiye edilir daha sağlıklı bir kullanım için. Eğer eviniz süpürürken güzel koksun istiyorsanız suyun içerisine çok az miktarda yumuşatıcı koyabilirsiniz. Yumuşatıcı köpürme yapmayacağından dolayı motora zarar vermeyecektir.
Birçoğumuzun başı sivilcelerle derttedir. Sivilceler genellikle ergenlik döneminde hormonlarımızın düzenli çalışmaması sebebiyle çıkmaktadır fakat sivilceler ergenlik bitince de bitmemektedir. Sivilcelerin başlıca nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Eğer yağlı bir cilde sahipseniz yüzünüzü sabah akşam düzenli olarak yıkamanız gerekmektedir. Bunu kükürtlü sabun kullanarak sağlayabilirsiniz eğer yüzünüzde sivilce yok ise jhonsons baby şampuan ile yıkayabilirsiniz yüzünüzde çok az bir kuruma olacaktır kükürtlü sabun daha çok sivilceli yüzler için tavsiye edilir etkisi baya güçlüdür. Çok fazla makyaj yapmanız da sivilcelere neden olacaktır çünkü kiri tozu yüzünüze yapıştıracak dır bu yüzden çok fazla makyaj yapmamalısınız. Çok fazla su içmezsek böbreklerimiz kanı iyi süzemeyecek tir bu da vücudumuzda sivilcelere yol açacaktır size tavsiyemiz bol bol su içmeniz çünkü vücuda suyun faydalarını saymakla bitiremeyiz. İlerleyen yaşlarda sivilceler strese bağlı olarak ta çıkmaktadır bunun önüne geçmek ise imkansızdır.
Bağırsaklarımızda trilyonlarca bakteri bulunur ve bu bakterilerin birçoğu bağırsağın en uzun bölümü olan kolonda bulunmaktadır. Bağırsağımızda bulunan bu bakterilere bağırsak florası adı verilir. Bağırsak floramızda bulunan iyi bakterileri zenginleştirmek, sağlıklı bir bedene sahip olmak için yapılabilecek en önemli yatırımdır. Yani mutlu bir yaşamın sırrı mutlu bir bağırsak florasından geçiyor.